6 Ağustos 2008

Akşama Düğün Var




‘Temmuz aynının en sıcak günü yaşanıyor beldemizde,’ dedi radyodaki aksanı kırık kadın. ‘Aylardan temmuz, mevsimlerden yaz’ diye başlayan kendince romantik bir de cümle kurdu. Dinlemedim. Ben temmuzu düşünüyordum.
Temmuz, oniki ayın en sevişgeni. Perdelerin uçuştuğu serin evlerde, anadan üryan gezdiğimiz, soluk almadan seviştiğimiz ay. Temmuz ayların en şehvetlisi.
Hakikaten güneş kavuruyor. Gölgeden yürüdüm. Zakkum gölgesinin kime ne faydası olacak.
Bazı sokaklardan geçerken, radyo kendiliğinden frekans değiştiriyor. Anlamadığım ama anlamadığım için daha da hoşuma giden bir radyo programına denk geldim, eski mahallenin içinden geçerken. Hemen frekansı sabitledim. İki kadın hararetli hararetli tartışıyorlar. Karşı yakada hava çok sıcak değil demek ki. Bu sıcakta kim bu kadar heyecanla konuşabilir ki? Aaa bunlar resmen kavga ediyorlar be!
Kekik satan yaşlı teyze, Hint incirinin altında oturmuş, defne dallarından bir şeyler yapıyor. İşaret parmağım kalınlığında bir şerit, iki ayağımının arasında benle beraber ilerliyor. Asker karıncalar sanki yangından mal kaçırıyor. Rahatsız olmasınlar diye ayaklarımı sürümeden, küçük adımlarla yürüyorum. Sıcak. Çok sıcak.
‘Kolay gelsin,’ dedim kekikçi teyzeye. Selam vermezsem bozulur. Gelir anneme şikayet eder. 82 yaşında. Kendimi bildim bileli aynı ağacın altında oturur. Arada ‘Kekikkkkkkkk’ diye bağırır. Sesi iyice cılızlaştı ama. Güneş acımasız bir tanrı buralarda. Hayat vermekten çok alıyor sanki. Kekikçi teyzenin içinden hayatı yavaş yavaş çekti aldı, gözümle gördüm. Her geçen sene kekikçi teyze güneşle daha da bir kavruldu. Bir tek gülümsemesi aynı kaldı. Yamuk yamuk, çapkın çapkın gülümsüyor hâlâ. Nadiren de olsa.
Bugün koca şapkasının altındaki yüzü pek bir gergin.
- Akşama geliver ha.
- Nereye?
- Nereye olcak be, düğüne işte.
- Aa torunun mu evleniyor?
- Yok be, benim düğüne, evleniyorum ya ben, kocamış Balıkçı Hasan ile.
Yüzüme soru sorar gibi baktı. Ne tepki vereceğimi merak ediyordu. ‘Bir yastıkta kocayın.’ dedim, adettendir diye. Haberim olmadan gülümsemişim.
- Gülme, gülme! dedi kekikçi teyze: Sevdanın takvimi olmaz. Daha matıflamadık ki be ya!
Burnuma hamle eden arıyı kovalayıp yoluma devam ettim;
- Sevindim de ondan güldüm be teyze. Matıflamadın daha tabii. Sen benden gençsin!
Kendimi köşedeki bakkala zor attım. Sahibinin ‘içinden dalga geçen dükkan’ dediği bakkala. Komik biri hakikaten kendisi. Kafasının hep dumanlı olmasından kelli.
- Kekikçi teyzenin düğünü varmış akşama…
- He ya, çay bahçesinde. Gittiler hazırlamaya ama kendisi hâlâ ağaç altında oturur. Uyur. İlgilenmez. Kızıverdi bir de anama, ‘ne o ipten boşalmış tekeler gibi koşturuyon, biraz sarı gazoz, biraz kuru pasta yeter işte deyip durur. Ama parmağını oynatmaz kendi.’

Bakkal sahibinin annesi Hatice Ana geldi tam o sırada. Sanki çoktandır hikâyelerini anlatacak birini arıyormuş da nihayet bulmuş gibi heyecanla anlatmaya başladı.
Balıkçı Hasan bundan 65 yıl önce, Kıbrıs’a gitmiş bir gece. Kendi miniminnacık teknesiyle. Sonra gelmemiş yıllarca geri. O gece, düğün gecesinden önce. Dudu ile evleneceği geceden önce. Bizim kekikçi teyzenin adı imiş Dudu. Bugün öğrendim. Geçen sene dönmüş Hasan. Hiç evlenmemiş. ‘Dudu kadın,’ demiş, ‘Hadi gel, evlenelim artık’. Dudu teyze ‘Olmaz,’ demiş, ‘oğlum kızar.’
Dudu teyzenin oğlu, Maça Arif kışın sarhoşken, Dragon Çayı’na düşüp boğulmuş bir gece. ‘Şimdi,’ demiş Dudu teyze, ‘evlenebiliriz artık. Bana ektiğin eski tohum kurudu. Verdiğin en büyük acı, yitti gitti. Napan gari, hadi gel evlenelim bari.’
- Saadet aramakla bulunmuyor de mi? Bak kaç sene sonra geliverdi bizim kekikçi Dudu’yu buldu. Sen napan, gezdiriveriyon habire kendini, neyi ararsın ki?’
Annemin siparişi geldi o an aklıma. Bir kutu arap sabunu.
- Arap sabununu mu aran? Delire durdu bu kız, ben size diyem.’ dedi ve gitti Hatice Ana.
Arap sabununu aldım, eve doğru yollandım. Daha sokağın başına gelmeden, Ankaralı emekli öğretmen çift ile Hatice Ana’yı gördüm. Gölgede durmuş, konuşuyorlardı. ‘Saadet aramakla bulunmuyor de mi?’ diye soruyordu onlara da Hatice Ana. Kendinden emin, görmüş geçirmiş bir edayla.
Bu akşam düğün var çay bahçesinde. Ne giysem üzerime? Elime kına yaksam mı ki ben bu gece?

Temmuz 2008

Hiç yorum yok: