6 Ağustos 2008

Bahçeden İnsan Manzaraları


Bahçede oturdum bütün gün. Son gün. Şehre istemeye istemeye dönüyorum.
Sabahtan akşama insanlar geçti önümden. Akdeniz insanı yüksek sesle konuşur. Buralara gelen de tatilde olmanın verdiği rahatlık mı, çevreye uyum mu, adına ne dersek diyelim, yüksek sesle konuşmaya başlar birden. Güneş batar, sesler daha da bir yükselir.
Bugün yerimden kıpırdamadan mahalledeki evlerin neredeyse tamamında gündem maddelerinin ne olduğuna vakıf oldum.
Görümcesinin çocuklarının divana kumlu ayakları ile uzanmasından, kocasının her akşam başka yemek istemesinden, komşuların her gece bahçede mangal yapmasından, karpuzcunun iyi kavunları otellere, kelekleri yazlıkçılara satıyor olmasından, akrabaların bu sıcakta misafirliğe gelmesinden dertli ne kadar çok insan olduğuna inanmakta güçlük çektim doğrusu.
En sık duyduğum cümle; ‘Kimseye hakkettiğinden fazla değer vermeyeceksin’ oldu. İnsandan dertliymiş meğerse herkes. Birine iyi davranmışlar, belli ki sevmişler ama sonra değmeyeceğine karar vermişler. Görümceler, kocalar, komşular, arkadaşlar, kimse bilememiş değerlerini. Hakkettiklerinden fazlasını verip, elleri boş dönmüşler alışverişten. Ama biri kalmış, tüm bunları anlatacak biri kalmış. Ya dert yanmak için ya da iğnelemek için. Ne için olursa olsun, biri kalmış.

Dokuz kadındık. Annemin işlettiği pansiyonun bahçesinde, dokuz kadın. İkisi gitti, yedi kaldık. Kadın kadına yaşamaya alışmış bu kadar kadın bir araya gelince, en çok erkekler hakkında konuşuluyor olması sanmam ki kadınları şaşırtsın.
Uzun sofralar kuruldu, yemekler yendi, lokumlu kurabiyeler pişirildi,elbiseler dikildi, limonatalara votkalar eklendi. En küçüğü on, en büyüğü 76 yaşında olan kadınlar, birbirlerine anlattılar erkeklerini.
Y’nin bisikletinin arkasına binmek mesela, çok fenaydı. Y, hep ekşimik gibi ter kokuyordu. R, kalp krizinden sonra iyice bir inatçı olmuştu. M’i iyi ki boşamıştı, nasıl da haindi. İ, ameliyattan sonra değişmişti zaten. İsabetli bir karardı bu boşanma kararı da. Ooo üzerinden asırlar geçmişti. Aman da ne rahattılar artık. V’den koca olmazdı. Yol yakınken bitmeliydi bu ilişki. S nasıl da kötü davranmıştı. G iyi bir eşti. O iyiydi. Ders almak gerekti. İyileri görüp, kötülerin hikâyelerinden ders almak şarttı hayatta. Söz konusu erkekler olunca.

Bu kadar kadın bir araya gelince, kimse birbirini dinlemez ki. Anlatır kadınlar. Anlatır, anlatır dururlar. Hiçbir hikâyenin sonu gelmez, daha ortasında, belki de en heyecanlı yerinde başka bir hikâyeye çoktan başlanmıştır. Hikâyeler akıp giderler. Anlatanı da duyanı da o an pek bir mutlu ederler.

Neredeyse her gün bahçenin önünden geçti. Beni çok sevmişti. Aşıktı. ‘Gel,’ demişti, ‘gel benimle yaşa’. Birinin bu kadar aşık olmasına aşık olmuştum. Denedik. Olmadı. İçime sanki bir erkek kaçmıştı. ‘Yook,’ dedim, ‘ben bir daha evlenmem. Kimse ile yaşamam. Kimse için hayatımı değiştirmem. Rahatım böyle ben.’ Sonrasında canı çok yandı. Ben yaktım canını. Küstahtım. Bilemedim. Acısına saygı gösteremedim. Aslında hiç düşünmedim.
Bahçenin önünden geçti. Ardından merakla baktım her seferinde. İyi gözüküyordu. Yalnızdı. Önceleri ‘gitsem ya’ dedim, 'gitsem kapıyı çalsam, kalbimi kırdılar, yaralarımı sar’ desem. Sarardı. Bana zaafı vardı. Biliyordum. Denemiştim. Hep açmıştı kapıları.
O hep bahçenin önünden geçti, ben kapısını hiç çalmadım...

1 yorum:

Ozan Kayra dedi ki...

çok güzeldi..hoş dönmüşsün bloguna =)