4 Ekim 2008

Bir Nikâh, Hiç Aile ve Vesaire



Düğünleri sevmem. Kendiminkini de hiç sevmemiştim. Gece boyunca, bir an önce bitse de gitsem ben buralardan diye düşünmüştüm. Hayatımın en mutlu günü filan değildi. Daha mutlu olduğum olmuştu, ne yalan söyleyeyim.
O güne ait fotoğraflara şöyle bir bakan herkes hissiyatımı yüzümden okuyabilir. Kendimi gizleyememiş, gizlenememiştim.
Bir düğünde çok eğlenmiştim ama. Bir arkadaşımın düğününde. Hem başkaları evleniyordu hem de istediğin kadar içki içip sarhoş olabildiyordun. İnsan kendi düğününde onca öpülecek el ve yanak varken sarhoş olamıyor malum.
Seremonileri ve aileleri bir araya getiren ‘özel günleri’ sevmem aslında genelde. Hepsinden itinayla kaçarım.
Aile kavramından zaten hiç haz etmem. İnanmam. Kendi ailemin gayet de dağılmış olmasındandır belki. Belki ne 'dağılabilir' bir şey olduğunu gördüğümden. Bilmem, bunu ancak kim bilir.
Bu düğüne gitmek istemiştim ama. Hem de çok. Hatta uçak biletimi bile almıştım. Lakin Perşembe günü gelen haber üzerine, planlarım suya düştü. Hafta sonu başlıyordum çalışmaya. ‘Düğün’ dedim, ‘kuzenim’ dedim, kimselere dinletemedim. Biletimi yaktım, sabahın kör saatinde, kalktım paşa paşa okula gittim. Eskiden olsa ben bugün kesin istifa ederdim.
Bu düğüne gitmek istemiştim ama... Hakikaten...Çünkü artık aramızda olmayan, her daim anason kokan en küçük amcamın, sanırım bir 15 yıldır görmediğim küçük oğlu, bir email göndermişti bana. O email şimdiye kadar okuduğum en samimi metin:

Zizania Abla,

Biliyorum yıllardır görüşmedik ama sen benim en sevdiğim kuzinimsin. Ben evleniyorum, 4 Ekim’de. Düğünü planlarken hiç aklıma gelmemişti ama davetiye sayısını sorduklarında matbaada fark ettim, ‘benim bir ailem yok’ dedim. Yani var da yok. Ağabeyim ve annem gelecekler ama başka kimse yok işte. Amcamı arasam diyorum ama gelmez değil mi? İşi vardır kesin ya da yurtdışındadır.
Zizania Abla, sen gelir misin? Sen ailem olur musun benim?


Biliyorum o duyguyu ben de. Neticede ‘Aaa, ailem mi bir dakika, şu ya da bu aileden sayılıyor muydu?’ benzeri soruları bir zamanlar çok sormuş biriyim. ‘Aman aile de neymiş’ diyorum şimdi de, buraya gelmeden önce ben de bu yollarda az kaybolup az tökezlemedim.
Bu ülkede farklı yürüyor işler, ailen - çekirdek ya da en genişinden hiç fark etmez - yoksa sen de yok oluyorsun çoğu zaman. Soruyorlar söylüyorsun, hilafsız herkesin yüzünde böyle acayip bir ifade. Sanki cami avlusuna bırakılmışsın, oradan en yakın karakola göndermişler seni, o karakolda polislerin yine en yakın eczaneden aldığı biberonla beslenmiş, sonra da çocuk esirgeme kurumuna sevk edilmişsin gibi bakıyorlar. Bir acıma, bir ‘ahahvahvah!’. Haa bu da yetmiyor, çocuk esirgeme kurumunda da kesin bir memurun tacizine uğramış, yaşın kemale erip yurttan çıkınca da kötü yola düşmüşsün gibi içleniyorlar. Ya da yaftan hemen zaten ceketlerin, pantalonların, eteklerin ön/ arka / sağ / sol ceplerinde hazır. Arızalısın. Olmuyor. Başka türlüsü genellikle ve hiç mümkün olmuyor. ‘Boşverin ailemi, ben varım’ diyorsun. Kimse bununla yetinmiyor.
Bu aile denilen şey bu topraklarda çok ağır tartıyor. Sanki aile içi şiddet, ensest, namus cinayetleri vs hiç yokmuş gibi. Sanki onca kızın bedeni, kendinden önce ailesine ait değilmiş gibi, sanki o kızlar mutsuz değilmiş gibi, sanki erkeklerin anneleri eşşek kadar olsalar da hâlâ kıçlarını sildiklerinden ortalıkta bu kadar basiretsiz adam yokmuş gibi. Aile pek kutsal, hep pek cici.
Ailesiz olmak mı? Amanın, anne babanız ayrı mı? Siz sorunlu birisiniz, kesin.
Kimse itiraz etmesin. ‘Ne var ya, boşanmak çok normal. Hem öküz ölse de ailelik bitmez ki!’ demesin.
Karnımız tok bu palavralara bizim. Anne ve babanıza sorun mesela. Hadi deneyelim. Yaş ortalaması asgari 50 olsun sizinkilerin. İster ordinaryüs profesör olsunlar, ister kundura tamircisi; ‘Ööyyyleee miii? Boşanmış mı annesi babası?Aaa, o da mı evlenip boşanmış. Ee tabii, ... Bilmiyordum bak bunu.’ diyeceklerdir, eminim. Sonra da ekleyeceklerdir; ‘Olsun canım, ne önemi var?! Hayatta her şey insanlar için...’
Böyle de hoşgörülü bir toplumuz, ben size diyeyim...


Lüzumlu Lüzumsuz Bilgiler:

• Haftasonu Kıbrıs’a yani KKTC’ye, saat 13: 30’dan sonra telgraf gönderemiyorsunuz.

• Sekiz yaşında filan, babanızın ‘ödevini bitirdin mi?’ sorusuna, oyun oynayabilmek için yalandan ‘bitirdimmmm’ diye yanıt verdiyseniz ve artık kazık kadar olduğunuz halde, en basit sorulara bile verdiğiniz yanıtların yalan olduğunu sanıyorsa o babanız mesela, hiç uğraşmayın. Hiç boş yere göbek çatlatmayın. Bırakın istediğini düşünsün. Dünya fâni, insanoğlu yabani deyin geçin.

2 yorum:

toshiro dedi ki...

çekirdek ailen de senin gibi düşünse ve seni rahat bıraksa, sülale rahat bırakmıyor. Bir de aşık atmalar, gösteriş yapmalar. Herkes çocuğuna en iyisini yapıyor biz de yapacağız tabii diye seni örnek göstermeler ('en iyisi yapılan çocuk oluyorsun' sen bu arada). Bir türlü "damatlık" elbisesini giymek istemeyen bir damadı olan babanı "resmi damat" sözcükleriyle rahatsız etmeler. Sülale beter ve yorucu. Çünkü bu toplumda, pek çok kötü durumdan sülalenin yardımlarıyla kurtulunuyor. Her an yardım edilecek ya da istenecek birileri olması gerekiyor el altında. Toplumsal çöküşü engelleyen bir süreç gibi görünüyor. Oysa, hiç düşünmeden yaptığın anlamsız davranış ve konuşmaları, bir bokmuşsun gibi rahat rahat ortaya saçabileceğin bir topluluk oluşturma çabası bu.

Koşan Kelebek dedi ki...

Son cümleyi cok beğendim "dünya fani, insanoğlu yabani"
düğünler nikahlar gerçekten sıkıcıdır. Ailede sorumluluk gerektirdiği için çekilmez. Senden sürekli bişeyler beklerler, çocukken bunlar küçük isteklerdir. odanı topla, oyuncaklarını dağıtma vs. ama büyüyünce birde bakarsın hayatını isterler. evlen, çocuk yap, oraya git buraya gel. iyi yönleride var tabii. Mürüvetimizi görmeden ölmek istemeyişlerini demiyorum =)