29 Eylül 2009

Burası İstanbul



Üç - dört gündür, hasta olmak ve hasta olmamak arasında gidip geliyorum. Geceleri hastayım, öğlene doğru iyileşiyorum. ‘Hah, tamam geçti’ deyip kendimi sokağa atınca da eve hasta olmak üzere dönüyorum. Sedergine ve Redoxon ikilisidir beni sanırım ayakta tutan. Fiziksel olarak yani...
Bu sabah uyanamadım. E’nin telefonuyla uyandım aslında ama yataktan çıkamadım. Uzun süre yattığım yerden sokağın sesini dinledim. Yine Eylül ve yine tüm bir mahalle film seti. Hafta sonları, 'Aşk- ı Memnu’nun setinde fotoğraf çektirmek isteyenler yüzünden kazıklı yol tabir edilen cadde kilitleniyor. Hafta içi de mahallede çekilen diğer diziler yüzünden ara sokaklarda yürümek imkânsız.
Eskiden, yani ben çocukken çok fiyakalı bir mahalle idi burası. Evler güzel, insanlar güzel, sokaklar güzel. Şimdi bana kalırsa beter bir halde. Bir kere sokaklarda yürüyen insanlar değişti. Evlere girenler çıkanlar. Gündüzleri pek dolanmak istemiyorum sokaklarda. Sahilde bile. Zira dünyanın neresine gidersem gideyim görmek istemeyeceğim yüzler var civarda. Buranın yerlileri yaşlandı, kimileri göçtü. Bizim gibi direnen bir kaç aile dışında herkes yeni. Yeni ve İstanbullu değil. Sadece kökler açısından değil, İstanbul’a ait değiller işte. İstanbullu değiller. O kot firmasının sloganını ilk 90’ların başında mahallenin yaşlılarından duymuştum. Arada yere tüküren, oraya buraya çöp atanlara annem de söylerdi: ‘Burası İstanbul...’
Bir kaç sene önce ‘nerelisiniz’ sorusuna, ‘İstanbul’ dediğimde, ısrarla soran o adam geldi aklıma. ‘Yok, tamam da yani nerelisiniz? Hayır yani ailenizin memleketi neresi?’ ‘Ee İstanbul,’ deyip sonra saçma bir hırsla nüfus cüzdanımı çıkarıp ‘gördün mü köyümüzü’ diyerek nüfus cüzdanımı gösterip ‘Bak’ demiştim, ‘köyüm bir Boğaz semti. Merak ediyorsan söyleyeyim, hem de 1895’ten beri’. Sonra gülmüştüm kendime, neyin hırsı bu şimdi kızım sendeki diye.
Yattığım yerden sokak seslerini dinlerken, kulağıma en çok çarpan yine bu slogandı bugün. Yazanı tebrik etmek mi gerek acaba? Okuldan dönen çocukların hepsi bir ağızdan ‘burası İstanbul’ diye bağırıyorlar.
Burası İstanbul... ve galiba ben burayı eskisi kadar sevmiyorum artık...

Fon Müziği: It's Good to Know - A Weather

27 Eylül 2009

Boeterkoek


Ha yağdı ha yağacak yağmur. Gri her yer. En sevdiğim hali İstanbul’un. Yazın sıcakken tahammül edemiyorum bu şehire. İstanbul’a gri yakışıyor en çok bence. Kasvetli olması gerekmez ki grinin. Gayet de huzurlu olabilir gri. Tıpkı bugünkü gibi.
Sabah geç sayılabilecek bir saatte kalktım. Kendime güzel bir kahvaltı hazırladım. Kahvaltı ve gazete faslının ardından uzuncadır yapmadığım bir şey yaptım. Kek yaptım. Utrecht’te Domplein’deki o kitapçıdan aldığım yemek kitabına baka baka.
O sabah da hava böyleydi. Griydi. M ve L ile Pazar keyfi yapmaya karar vermiştik. Güzel bir kahvaltının ardından, şehrin sokaklarında dolanıyorduk. Biraz üşümüştük. Bahsettiğim kitapçıya girmiştik. Sevimli bir sahibesi vardı. Sanırım 50’li yaşlarının sonundaydı. ‘Size ne iyi gelir biliyor musunuz’ demişti, elindeki kitabı bana uzatarak, ‘Bu kitap. Eve gidip kek yapın, güzel de bir kahve. İnanın çok iyi gelecek’. L gülmüştü, ‘Tanıdığım kadarıyla kek yapacak bir kadın değil o’ demişti. (Sadece 10 gündür tanıyorduk oysa o zaman birbirimizi) M itiraz etmişti. ‘Kek de yapar yemek de. Hiç görmedim ama yapar bence’ demişti.
Öyle sevimliydi ki kitapçı kadın, ikna oldum. ‘Tamam,’ dedim, ‘Söz İstanbul’a dönünce bir kek yapacağım. Ben bu kitabı alayım’. ‘Aa dedi İstanbul, aşığım ben o kente! Ne olur İstanbul’da bir Hollanda keki yapın, benim için. Bana da haber verin ki, ben de bu keyfi paylaşayım’.
Fırından biraz önce aldığım Boeterkoek’i masanın üzerine koyar koymaz aklıma geldi, kitapçı kadına bir e-mail yazdım: ‘Gri bir İstanbul gününde, kek yaptım. Tadına henüz bakmadım ama iyi geldi. Teşekkür ederim.’



Malzemeler:

• 2/3 fincan tereyağı
• 1 fincan şeker
• 1 1/2 kaşık badem aroması
• 1 yumurta (çırpılmış, bir çay kaşığı kadarını ayırın)
• 1 1/2 fincan un
• 2 çay kaşığı kabartma tozu
• Üzerini süslemek için taze badem (isteğe bağlı)

Hazırlanışı:


Orta boy bir kasede tereyağı, şekeri ve badem aromasını karıştırın. Çırpılmış yumurtayı ekleyin. Unu ve kabartma tozunu eledikten sonra kaba ekleyin. Hazırladığınız kek hamurunu tepsiye koyun. Daha önce ayırdığınız bir çay kaşığı yumurtayı, suyla karıştırıp kek hamurunun üstüne sürün. İsterseniz üzerine taze badem ekleyin. 350° ‘de 25 – 30 dakika pişirin. Çok kabarmayan, dışı sert, içi yumuşak bir kek bu. Boşuna kabarmasını beklemeyin.


Fon Müziği: Gelem Gelem - Suzan Kardeş

24 Eylül 2009

Gece


Uyku attı,
Beni düşe,
Seni gördüm düşümde.
Hemen aldım gözlerimi,
Ellerimin yerine koydum.
Hani sen dinledikçe,
Susar ya gece,
Ben de öyle sustum,
Sustum...
Gece oldum...

© Zizania

Fon Müziği:
Boat Behind - Kings of Convenience

16 Eylül 2009

Hiza


Aynı hizada değilse,
Seninle gözlerimiz,
Kirpiğimizden düşüp,
Dilimize değeni,
Nasıl göreceğiz?

© Zizania

Fon Müziği:
- Past All Concerns - Barzin

11 Eylül 2009

11092009



Bomboş plaj. Hakikaten. Bir deli köpek var - sürekli denizi ısırmaya çalışan - bir de ben. Yüzüyorum, yüzüyorum, yüzüyorum...
Mahalle de bomboş. Otellerin, restoranların sahipleri tüm gün sahildeki çay bahçelerinde okeye dönüyor. Herkes aynı şeyden bahsediyor; Ramazan. ‘Kim ki bu Ramazan’ dedi Almanlardan biri, sonra kendisi de gülmeye başladı, ‘Jaaa, siz Ramadan diyorsunuz yani’. Saatlerce güldüm.
İçimden yazmak filan gelmiyor. Hiç istemiyor canım. Göreve dönüşen rutin sevişmeler gibi. Benzetmem de tuhaf oldu şimdi. Gazeteye bir yazı yazdım, bir de radyonun sitesine ama onu henüz düzeltmedim. O kadar gelmiyor ki içimden, o kadar... Elimde bir de çeviri varken kelimelere bu mesafeli duruşum hiç akıl kârı değil.
Şu sıralar göçmen kuşları izleyebiliyorum saatlerce ya da sahilde oturup balık atlayacak mı diye bekliyorum. Bisiklete binip hiç olmayacak bir yerde durup uzakları seyrediyorum. Bir de bu şarkıyı dinliyorum... 7 Temmuz’du galiba. Sene 2003. Kırmızı etekler uçuşuyordu. Hafızam beni yanıltmıyorsa, bir de o gece konser sonrası hafiften yağmur yağmıştı. Sanki...
Fon Müziği: Elisa - Jane Birkin

10 Eylül 2009

Dönmek


Dönmek, -er
(nsz)
1. Kendi ekseni üzerinde veya başka bir şeyin dolayında hareket etmek: “İçeride anahtarın acı bir gıcırtısıyla döndüğünü duydum.” -Y. Z. Ortaç.
2. (-den, -e) Geri gelmek, geri gitmek: “Ertesi gün aynı yoldan Bodrum'a döndük.” -Halikarnas Balıkçısı.
3. (-e) Yönelmek: “Babam birdenbire bana döndü.” -S. F. Abasıyanık.
4. (-i) Sapmak: “Gülümseyerek bir köşeyi döndü.” -P. Safa.
5. (-e) Bir şeyi andıracak duruma girmek, benzemek: “Dikmen yolları, mabede adak için gidenlerin yollarına dönmüştü.” -A. Gündüz.
6. Sınıfta kalmak: Çocuk çalışmazsa bu yıl döner.
7. (-e) Durumdan duruma geçmek, değişmek, olduğundan daha değişik bir durum almak, benzemek: “Erkekler tekaüt olunca çocuğa dönüyorlar.” -R. N. Güntekin.
8. (-de) Belirli bir yerde dolaşmak.
9. (-de) Kendini bir yandan bir yana çevirmek: Yatağında sabaha kadar dönüp durdu.
10. Yönetilmek, düzene konulmak, çekip çevrilmek.
11. (-e) Söz konusu etmek, hatırlamak: “Biz yine onun gençliğine, lise öğretmeni olduğu zamana dönelim.” -H. Taner.
12. (-e) Bırakılan bir konu veya işe başlamak.
13. mec. Hileyle, gizlice yapılmak: “Burada bir şeyler oluyor, bir şeyler dönüyor ama anlayamıyorum.” -R. H. Karay.
14. din b. İnanç, din veya düşüncesini değiştirmek: “... annesinin İtalyan Yahudisiyken döndüğünü söylemişti.” -Ö. Seyfettin.

Güncel Türkçe Sözlük



‘Daha yaz bitmedi ki. Ben döndüm. Bir kere daha döndüm. Yüzmeye gidiyorum’ dedim. Kapandı telefon. 'Nereye döndün' diyordu sanırım en son.
‘Nereye döndüm hakikaten ben’ diye düşüne düşüne kaç kulaç attım acaba? Sudan çıktığımda üşüdüm. Sudan çıktığımda üşüdüm bir de.
...Öyle büyük laflar etmeyi sevmem. İddialı olmak komik gelir bana. Bazen televizyonda ağızlarından köpükler saça saça konuşurlar ya, en doğrusu, en iyisi benim diye hani. Onlara gülerim. Bir de sanatçı ruhlu olduklarını söyleyenlere gülerim. Katıla katıla. Gülerim ben hep onlara. Ha ruhum mu? Bildiğin ruh işte benim ruhum dediğim...
Ben döndüm. Kendime. Döndüğüme sevindim.


Fon Müziği: See You When You Get Here - Lisa Mitchell

5 Eylül 2009

Kahvaltı


kahvaltı, -yı
a.
1. Genellikle sabahları yenilen hafif yemek: “Sabah kahvaltısından sonra otelimden çıktım.” -A. Haşim.
2. Bu biçimde düzenlenmiş yemek: “Bu sabah kahvaltı sofrasında üç kişiyiz.” -Y. Z. Ortaç.

Güncel Türkçe Sözlük

Fon Müziği:
More Than This - Bryan Ferry