27 Şubat 2009

MOLA




İtalyanca is. (mo’la) 1. Yorgunluğu gidermek için duraklama: Köye gidinceye kadar iki yerde mola verdik. 2. Ara verme. 3. den. Koyuverme: Halatı, mola ettiler. 4. sp. Voleybol ve basketbolda takımların oyun içinde taktik alışverişleri yapmak için aldıkları dinlenme.

TDK

Fon Müziği: I'll Wear You Down - Eddie Brickell &
The New Bohemians



Fotoğraf için Moiken Jessen'a teşekkürler...

26 Şubat 2009

Adres: No 207



• Bir Alman hastanesinin içi nasıl bu kadar alaturka oldum olası anlamadım gitti. Taksim’deki de, Kadıköy’deki de gayet kitsch.

• Annemin odasının yani No 207’nin olduğu katın girişindeki odanın kapısında, pansuman odası yazıyor. İçeride hiç pansuman yapıldığını görmedim. Hasta yakınları oturuyor burada. Sohbet edip plastik bardaklardan çay içiyorlar. Ellerinde cep telefonları birilerini arayıp haberin mahiyeti ne olursa olsun ‘şükürler olsun ki’ ile başlayan cümleler kuruyorlar bir de.

• Kantindeki suratsız kadına, hasta bakıcıya, resepsiyondaki kimyasal sarışına bir saat içinde, saydım, 83 kere 207 diye cevap vermişim. ‘Oda numarası 207!’

• Hastane yemeklerini seviyorum. Biraz tuz ekleyince leziz oluyorlar. Yağsızlar.

• Fransız filmlerinin çoğunda aslında Paris başrolde. Benim için hiç sakıncası yok. Hatta hoşuma bile gidiyor. Çok sigara içiyorlar lakin o şehirde. İnsanın canı sigara çekiyor.

• İki kere kar yağdı, birinde gidiyordum, diğerinde geliyordum. İkisini de kaçırdım.

• Doğum günümde çok ama çok kar yağsın istiyorum. Bu arada o gece, Tünel’deyiz, bekleriz.

• Saçma kıskançlıklar yaşayıp neticesinde kabalaşan arkadaşlarımı eskisi kadar sevmediğimi itiraf etmeliyim. Konuşmak gelmiyor içimden onlarla. Fark edip kendileri vazgeçse benden, ne güzel olur aslında. Hiçbir şey söylemek de istemiyorum onlara. Bu da içimden gelmiyor zira.

• Nisan sonu Halep’e gidiyorum. ‘Halep oradaysa, arşın burada’ derken neden bahsettiğimi sanırım artık daha iyi bileceğim. Gerçi lafın Halep ile alakası yok ama olsun.

• Geçen hafta Sirkeci Garı’ndaki Orient Express adlı restoranda, şef garsonun; ‘Uzun zamandır gelmiyorsunuz’ demesi düşündükçe çok garip geliyor. Nasıl hatırlar ki beni? Nasıl yani?

• Pazar günü gittiğimiz balıkçının duvarında; ‘Kahkahamı kaybettim, hükümsüzdür’ yazıyordu. Bu laf bana çok acıklı geldi. Çok acıklı hakikaten de. Kahkaha atmadığımı, atamadığımı düşünmek bile istemem.

• Doran şahane kahkahalar atıyor. Çok güldük beraber. Bebeklerin kıvırcık saçlı insanlara olan ilgisi başlı başına komik.

• Çocukluğumun en kral çikolatalarından biri, Mabel’in muz aromalı çikolatası, yeniden satılmaya başlanmış. Mahalledeki pastanede buldum. Aldım. Aldım. Sonra bir daha aldım. Sanırım bugün muz aromalı 5 adet çikolata yedim. 6 da olabilir. Emin değilim.

• Annemin durumu gayet iyi. Dikişleri alınana kadar tembellik yapacakmış, söz verdi.

• El Guardian De Los Suenos, artık bir zahmet duy sesimi!


Fon Müziği: Spiders, Snakes, A Weather

16 Şubat 2009

16022009



uyku/süt/çikolatalı kurabiye / Zooey/Hollywood Mon Amor/kırmızı İskoç battaniyesi / kırmızı tahta sabo / kırmızı biber / kış türlüsü / çatılar / kötü arkadaşlar / iyi arkadaşlar ...

{Fotoğraf: Edouard Boubat - Florence sous la Neige, Paris, 1950}

Fon Müziği:
Paris - Camille


9 Şubat 2009

09022009





Fon Müziği:
Anywhere I Lay My Head Down - Scarlett Johansson

Bedårende!


Sander. 1 yaşında. Oslo'da ikamet ediyor. Telif hakları Heir çiftine ait...

ÖNEMLİ NOT:

Bir kafede sizinle hiç de huysuzlanmadan oturuyor, kulağına eğilip herhangi bir Bob Dylan şarkısı söylediğinizde, mutluluktan gülücükler saçıyor. Bir de bisküvi kokuyor.

6 Şubat 2009

Peki Ya Yaz?




İki gündür yataktan çıkamıyordu. Tam iki gün. En uzunuydu bu seferki. Her yeri, her yeri uyuşmuş gibiydi. Ağrımayan tek uzvu elleriydi.
Bu ağrıların onu nereye götüreceğini biliyordu. Bilirken bilmezden gelmesi güçtü. Hatta en beceremediğiydi hayatta bu. Biliyordu nereye gideceğini, neler olacağını, başına neler geleceğini.
Ama o yüzüne ta sonbaharda, kocaman bir gülümseme asmıştı. Dudaklarının iki yana yayılması lazımdı. Yoksa mutsuz olurlardı. Biri mutsuzken, biri giderken diğerleri de mutsuz olurdu. Olmamaları gerekti oysa. Giden giderdi, ardında mutsuz, umutsuz, acı çeken insanlar bırakmanın manası yoktu. Hayat öyle bir şey değildi. Mutsuzluk, umutsuzluk hayata yaraşmazdı. Onlar varken hayat olmazdı.
Yorganı kaldırdı, geceliği beline kadar sıyrılmıştı. Beyaz çarşafın üzerinde iyice bir esmer gözüken bacaklarına baktı uzun uzun. Geçen yaz bir sürü etek almıştı ucuzluktan. Bu yaz onları giymek istiyordu. Bu yaz etek giymeyi planlıyordu. Yakışıyordu ona uzunlu kısalı etekler. Tezgahtar oğlan öyle demişti. ‘Çok yakıştı’ demişti.
Nasıl da utanmıştı o gün. Tezgahtarın yüzüne hiç bakmadan alıp çıkmıştı etekleri. Yüzünde sert, biraz da küstah bir ifade ile çıkmıştı mağazadan. Kimse utandığını anlamamalıydı.
Hava bir kış günü için çok sıcaktı. Uzayan saçları ensesini yaktı. Topladı saçlarını, komodinin üzerinde duran kurşun kalemle küçük bir topuz yaptı. Tek bir bukle kalmıştı açıkta, omuzuna değen. O inatçıydı. Saçları uzuyordu. Bu yaz uzun saçlı olmak istiyordu. Kaç senedir hep kısaydı saçları.
Başucunda üç kitap duruyordu. Biri Ortadoğu’yu anlatıyordu, diğeri 20 yıldır geçmeyen bir aşkı, öteki hep görmek istediği Güney Amerika’yı.
Bu yaz gezmeyi planlıyordu. Doğu’ya gidecekti. Doğu’yu seviyordu. Akdeniz’i sevdiği kadar. Sonra belki her şey umduğu gibi giderse, Güney Amerika’ya bile giderdi. Bu yaz bilmediği sokaklarda, bilmediği rüzgarlarla saçları ve etekleri uçuşarak gezmeyi planlıyordu.
Aylardan şubattı. Mevsimlerden bahar olmuştu, bir sonrası yaz. Kış geride kalmıştı sanki çoktan. Ne büyük haksızlıktı. Kış bitmeden baharın gelmesi onu korkutuyordu. Ya yaz hiç gelmezse diye korkuyordu. Ya yaz hiç gelmezse, yalancı bir baharla göçer giderse... Sırasını şaşıran mevsimler gibi ya o da sırasını şaşırır, ne yapacağını bilemez, gerçek olmayan bir baharla vazgeçerse, ya vazgeçerse ...




Fon Müziği:
Winter - Kirstin Hersh

Kırmızı Balon


Albert Lamorisse «Le Ballon Rouge» (1956) from radioelectron on Vimeo.

5 Şubat 2009

05022009

The Songs That We Sing


charlotte gainsbourg, trençkot, bej, battaniye, 6, cafe latte, kahve likörü, mektup, XOX, güneş gözlüğü, atkı, sokak köpekleri, arjantin, akrilik boya, balon, haruki murakami, 6!

7 / Yedi


7 sonrasında, 7’nin hemen peşi sıra, tam 7 sonra, bu saatlerde mesela...
Yine güzel olsun hava. Yine geç bir kahvaltı edeyim ben bir arkadaşımla Emirgan’da. Kitaplardan konuşalım, şarkılardan, filmlerden, hayattan, erkeklerden, kadınlardan...
7 sonra yine bugünkü gibi başka bir arkadaşımla sevdiğim bir balıkçıya gideyim. En sevdiğim yemeği yiyeyim. Geçen Cuma gecesi ne çok eğlendiğimizden bahsedeyim.
7 sonra, geç saatte eve döneyim yine ben. Duş alıp yatağıma çakır keyif süzüleyim. Sabaha 7 kala geleyim eve yine mesela. O civarda. Sonra kalkıp işime gideyim.
7’den sonra bunların hepsini başka bir 7’yi düşünmeden yapayım. Attığım her kahkaha 7hiç olmamış gibi olsun. 7 kadeh şarap içeyim, 7’den hemen sonra. Tadı daha önce içtiklerime hiç benzemesin. Başka olsun 7, sevdiğim rakamlardan biri olsun. Hayatımda ilk defa bir rakam benim için uğurlu olsun. Başka olsun bu 7’den sonra 7. Neyle toplarsan topla, neyle çarparsan çarp bir daha hiç 20 etmesin...

Fon Müziği: Long Nights - Eddie Vedder

4 Şubat 2009

Balıkçı Kral


Bir diğer Norveçli Balıkçı, adı Deniz. Telif hakları Ebru Tüzel'e ait.

3 Şubat 2009

03022009



Holly Golightly: Hani kendini berbat hissettiğin günler vardır ya...
Paul Varjak: Hüzünlü filan gibi mi yani?
Holly Golightly: Hayır. Kilo aldığın için hüzünlenirsin ya da ne bileyim çok uzun süredir yağmur yağıyordur filan, üzülürsün, o kadar. Berbat hissetmek öyle bir şey değil. Daha beterdir. Ansızın korkarsın ve neden korktuğunu bile bilmezsin. Sana da olur mu, sen de kendini hiç böyle hisseder misin?

Breakfast at Tiffany’s – 1961


Fon Müziği: Falling Slowly - Glen Hansard & Marketa Irglova

2 Şubat 2009

Leke


leke Far. leke, lekke
is.
1. Kirliliği gösteren iz: “Adi madenî kol düğmeleri bunları yeşilimtırak bir leke ile kirletirdi.” -A. Ş. Hisar.
2. Bir yüzeyde türlü sebepler dolayısıyla oluşan farklı renk: “Kuyruğunun ucu ile alnının orta yerinde beyaz lekeler vardı.” -Ö. Seyfettin.
3. biy. Vücudun herhangi bir yerinde oluşan değişik renk.
4. mec. Yüz kızartacak durum, namussuzluk, kara, şaibe: “Kendi vicdanında kendi durumunu düzeltmek, geçmişin lekesini yıkamak istiyordu.” -H. E. Adıvar.
5. gök b. Güneş, ay, yıldız veya herhangi bir gezegenin parlak yüzeyinde görülen karanlık bölüm.

TDK

Fon Müziği: I Found A Reason - Cat Power