30 Mayıs 2009

Şarkı


Arapça
isim
1. Tonlama değişiklikleriyle çeşitli duygular uyandıran uyumlu, ezgili insan sesleri dizisi.
2. Klasik Türk müziğinde aşk üzerine söylenen, nakaratı ve ara nağmesi olan parça: “Şirket vapurları, bir şarkının nakaratı gibi ikide bir geçerlerdi.” -A. Ş. Hisar.
3. Ezgi, müzik parçası, melodi, liet: “Ayaklarımızdaki zincirler, esirliğin ağır ve cefalı şarkılarını söyleyecektir.” -R. E. Ünaydın.
4. ed. Divan edebiyatında, bestelenmek için dörtlükler biçiminde ve uyaklı olarak yazılmış olan şiir biçimi.
Güncel Türkçe Sözlük


Fon Müziği: Now Now - St Vincent

27 Mayıs 2009

Kanat




Kanat kırılır,
Düş içinde kalır.
Gitmekten daha sessiz,
Bir tek bulutlar vardır...


© Zizania


Fon Müziği:
We Are Mice - Azure Ray

26 Mayıs 2009

Semantik, en basitinden...

Photobucket

Durup dururken aklımın köşesine bucağına ilişen her şeyi toplasam sonra çıkarsam kendimden, geriye ne kalır bilmem.
Yolda yürürken çoğu zaman sadece önüme bakma antrenmanları yaparım ben. Görüş alanımın dışındakilere ilişmesin gözüm diye akla karayı seçerim. Gözüme gözüme gelenlere kafamı çeviririm. ‘Bu detayı görmesem olur,’ derim kendime, ‘Ben bunu bilmesem olur.’
Birbiri ardına dizilince sözler ya da bağımsızken her biri bir diğerinden, derhal bundan bilmem kaç zaman önce edilmiş bir laf ile birleşiverirler. İşte o zaman çok şey ifade eder kelimeler. Şimdi kağıda yazsam basit bir çekim eki derim ama nasıl da bir alışkanlığın özgeçmişi oluverir duyunca kendi kulağınızla onu siz aniden. Bir ömür çıkar ortaya mesela hiç olmadık yerden, kimileyin tek heceli bir sözden.
Söyleyeni şaşırtır en çok bazen kelimeler. İyi de ne dedim ki şimdi ben? O anlar zannımca hatırlanmaya değer.
Yatağın altında aylar, yıllar sonra bulduğunuz tozlu bir tükenmez kalem, ne kadar çok hikâye anlatırsa, o kadar konuşur bazen işte nesneler. Duvar boyasındaki bir çizik, koltuktaki leke, kenarı kırılmış kahve fincanı... Hepsi aslında nasıl da gürültücüler. Defoların sesi nedense hep daha bir gür çıkar zaten...
‘Kedi mi aldın’ dediğim bir dost, ‘Sherlock Holmes işte,’ der mesela, ‘anladın di mi hemen?’
Bazen bazı şeyleri anlamak için acayip akıllı olmak gerekmez. Anlamak gelip bulur sizi kendiliğinden. Anlamak seçer sizi, öyle ansızın, durup dururken...

22 Mayıs 2009

Kertenkelenin Şarkısı


Sussam,
Düşer kirpiklerimden,
Gözlerim,
Yanar kül olur suretim,
Bakamaz olurum,
Aynalara.
Sussam,
Utanırım kendimden.
Konuşsam,
Duymak istemeyeceğin şeyler derim,
Bundan adım gibi eminim.
Kuyulara in sen,
Benim ipimle,
İn kör kuyulara,
İpimle benim.
Korkma,
Diyorsam vardır bir bildiğim.
Ben o izbe kuyuların hepsini,
Avucumun içi gibi bilirim.
Kolay değil,
Ne de olsa ben,
Zebraları seven,
Bir kertenkeleyim.


© Zizania

Fon Müziği:
Broken Heart - Eddie Vedder

21 Mayıs 2009

Suzanne / Suzan / Suzi / Susan


Yola çıkacağım gün aldığım haberle havalara zıplamıştım. Sonra yol heyecanı ile unuttum. Şimdi şimdi dank ediyor, ben o çok istediğim yaz okuluna kabul edildim. Ağustos ayı boyunca Hollanda’da olacağım.
Canımı sıkan tek şey Leonard Cohen’in konserinde İstanbul'da olamayacak olmak. Olsun, ne yapalım. Nasıl olsa birileri mutlaka benim yerime gider, bir güzel içlenir.
Sesini ilk kez TRT 3’te duymuştum Leonard Cohen’in. Bayılmıştım. Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum ama Raks’ın renkli şeffaf kasetler çıkardığı sene idi. Toz pembe bir kaset vardı kasetçalarda, kayıt düğmesine basmıştım hemen. ‘Suzanne’ çalıyordu radyoda, ‘...and you want to travel with her, and you want to travel blind..’ Hâlâ en sevdiğim şarkılarından biri...

Suzanne deyince aklıma geldi, Little Miss Sunshine’ın yani Suzi’nin bana 'teyze' demesi çok hoşuma gitmeye başladı. Annesine söyledim, ‘Evet, sahipleniyor seni’ dedi.
Beraber en fazla zaman geçirdiğim ufaklık Z hep adımla hitap ederdi bana. Hâlâ da öyle. Arada annesinden azar işittiyse, tost yapmamı filan istiyorsa ‘teyze’ der. Onu da yarım ağız. Tanıdığım diğer çocuklar da hep adımla hitap ettiler bana. İlk kez biri bana ‘teyze’ diyor ve bu benim çok hoşuma gidiyor.

V ile geçen gece internette karşılaştık, Yunan erkekleri konusunda detaylı bilgi istedi. Verdim. Bir dahaki tatilini Yunanistan’da geçirmeye karar verdi. Çok güldürdü beni. Çınarcık’taki Suzan Abla’yı anlattı. Ona çocukluğunun en büyük travmalarını yaşatan, mahallenin bıçkın delikanlılarının aşık olduğu Suzan Abla’yı. Çınarcık'ın Suzan Abla'sına benzediğimi söyledi. Bana bir de yeni isim taktı: Scandalous Susan yani Skandalperver Suzan. Hâlâ aklıma geldikçe gülüyorum. Ağrılar giriyor karnıma gülmekten...







Fon Müziği:
Teknik imkânlarım el vermiyor buradan ama fon müziğimiz elbette ki Leonard Cohen’den 'Suzanne'. Çok isterseniz 'Dance Me to the End of Love' da olur. Fark etmez. 'First We Take Manhattan' çalarsa ağlarım, söyleyeyim...

15 Mayıs 2009

Gitmek


gitmek, -der
(-e) 1. Bir yere doğru yönelmek. 2. (-den) Bir yerden veya bir işten ayrılmak. 3. Çıkmak, ulaşmak: Bu yol nereye gider? 4. Belli bir amaçla bir yere devam etmek veya bir işle uğraşmak: Her gün çalışmaya gidiyor. 5. (nsz) Sürmek, devam etmek: “Ama böyle giderse Allah hemen sonunu hayırlara tebdil etsin.” -M. Ş. Esendal. 6. Yakışmak, yaraşmak: Bu renk ona gitmedi. 7. Tüketilmek, harcanmak: “Eline geçen paranın çoğu da İstanbul’da çoluğa çocuğa gidiyor.” -M. Ş. Esendal. 8. (nsz) Götürülmek, gönderilmek: Haber daha yeni gitti. 9. (nsz) Yeter olmak, yetmek, yetişmek: İki ton kömür üç ay gider. 10. (nsz) Yürümek, yol almak: Bu at iyi gider. 11. (nsz) Dayanmak: Bu giysi iki yıl gider. 12. (nsz) Geçmek: Yaz gitti, kış geldi. 13. (nsz) Herhangi bir durumda olmak: Yolculuk iyi gidiyor. Bakalım bu iş nasıl gidecek? 14. (nsz) Yok olmak, elden çıkmak: “Gemiler ve saray hepsi gitti.” -F. R. Atay. 15. (nsz) Ölmek: “Ben giderim adım kalır / Dostlar beni hatırlasın.” -Âşık Veysel. 16. Başvurmak, yapmak: Mahkemeye gitmek. 17. (nsz) Bir şey zarar görmüş olmak: Duvarın boyası gitmiş. 18. (nsz) Makine, işlemek, çalışmak: Bu saat iyi gidiyor. 19. (-den) Satılmak: “Altın kaçtan gidiyor?” -S. F. Abasıyanık. 20. Yapmak: Para ayarlamasına gitmek. 21. mec. Bir duruma, bir sonuca ulaşmak, varmak: Bu işin sonu nereye gider. 22. (yar) Değerlendirmek, saymak, karşılamak: Bu iş hoşuma gitmedi, tuhafıma gitti.

Güncel Türkçe Sözlük

Fon Müziği: Keep Yours - The Concretes

11 Mayıs 2009

Tenha Zaman



Saatime baktım,
Tenhaydı zaman,
Kilisenin çanından önceydi sanırım.
Ya da sonraydı,
Martının karşı dama konmasından,
Rüzgarın yaşlı ıhlamurun
Dallarına dallarına vurmasından.
Saatime baktım,
Tenhaydı zaman.
Vakti gelmişti,
Susmanın
Çoktan...


© Zizania

10 Mayıs 2009

Yara / Kabuk


Sağ elimin işaret parmağı ile güneş gözlüklerimi geri ittim önce. Şöyle iyice bir yerleştirdim yerine. Sonra kanayan avuçlarıma baktım, sol elimdeki cep telefonuma. Hasar yoktu. Avuçlarımın içi parçalanmıştı ama cep telefonumda hasar yoktu.
Ayağa kalktım, etrafımda toplananlara hiç ses etmeden ve kimse ile göz teması kurmadan ana caddeden, ara sokaklardan birine saptım. Zor yürüyordum. Sol dizim çok acıyordu. Sol dizimden aşağıya sıcak sıcak akıyordu kanım. Avuçlarım yanıyordu. Üstüm başım kan olmuştu. Bıraksam sicim sicim süzülürdü yaşlar gözümden. Bırakmadım. Hafif nemlenir gibi oldu gözlerim, o an çok sinirlendim kendime, ‘Bir ağla kafanı kırarım Zizania’ dedim, ‘Hele bir ağla!’
Dümdüz yürüyordum ben yolumda. Kendi yolumda. Önüme bakıyordum. Ben yürüyordum kendi yolumda. Bir anda yerde buldum kendimi. Bir anda!...Handiyse güzel bir gündü o gün aslında. Bir kere güneşliydi hava....
Bu üçüncü gün, hâlâ yürürken zorlanıyorum, hâlâ kabuk bağlamadı yaralarım. Ben hâlâ hiç ağlamadım. Canım ne kadar yanarsa yansın ağlamayacağım da. Geçecek. Önce kabuk bağlayacak yaralarım, sonra o kabuklar kendi kendine düşecek. Hiç iz kalmayacak geriye, biliyorum hepsi, her şey geçecek!...




Fon Müziği:
Buradan Uzaklara - Kesmeşeker

7 Mayıs 2009

Maktul



Baylar ve bayanlar,
Sizi temin ederim,
Bilemezdim.
Kırk yıl düşünsem gelmezdi aklıma,
Söyleseler,
‘Gözümle görsem inanmam’ derdim.
Değerli jüri üyeleri,
Baylar ve bayanlar,
Perdenin ardından seyredip duranlar,
Kaypak gözleri, yalan sözleri olanlar,
Şahsi kanâatimi soracak olursanız,
Ki siz sormasanız da,
Ben söyleyeceğim,
Boş verin,
Hakikaten boş verin.
Maktul,
Ölenin kendisi olduğunu hiç bilmesin.
Yaşadığını sansın hep o,
Ben varım,
Vallahi de billahi de,
Varım desin.

5 Mayıs 2009

Hikâye



Hararetli bir sohbetin ortasındaydık. Hayatımızın son 15 yılından bahsediyorduk. Daha çok da yaptığımız yanlışlardan. [Oscar Wilde’ın sözü geldi şimdi yazarken aklıma; ‘Tecrübe denilen şey insanların hatalarına verdikleri isimden başka bir şey değildir’]
‘Bir kitap yazsana sen,’ dedi telefonun diğer ucundaki arkadaşım, ‘adı da ‘ ..... hikâyeleri’ olsun’. ‘Yazamam, yetenekli değilim ki ben,’ dedim. Sonra da ekledim; ‘Hem içinde akıl olmayan hikâye olmaz. Bu yaşadığımız hikâyelerin hiçbirinde akıl yok. Hikâye dediğin başlı başına akıl işi...’
Telefonu kapattıktan sonra düşündüm, hakikaten de öyle. Teknik ister hikâye yazmak. Sağlam teknik bilgisi... Altyapının sağlam olması gerekir. Sonra gönül gözünün uzağı da yakını da aynı oranda iyi görmesi şarttır. Bir ses gerekir, senin olan, sana özgü. İnanman gerekir hikâyene. Hissetmen onu en derininde. Ancak o zaman yazabilirsin işte.
Haa, içinde akıl olmadan olmaz ama başta da dediğim gibi. Akıl yön verir aslında tüm hikâyelere. Biz kalbimizin sesi deriz adına ama akıldır o bal gibi de aslında. Aklımızdır seslenen taa içimizden, dipten, kuytudan, köşeden...
Sağırdır bazıları o sese, belki de duymak istemezler. Onlar kolayı, kaçmayı seçerler. Bazıları da sanki on kulakları varmış gibi duyar, duyduklarından yorulur, sırt çevirirler kelimelere. Ne yazarlar, ne söylerler... Sadece susarlar.
En fenası kolayı, kaçmayı seçenlerin yazdıkları hikâyelerdir hep. Pek bir yavan, pek bir sası olurlar. Bittiklerinde ağzınızda kekremsi bir tad bırakır, çoğu zaman midenizi bulandırırlar...

Fon Müziği: Ophelia – Natalie Merchant