10 Aralık 2011

Lodos / Poyraz



Sabah Lodos, öğleden sonra Poyraz...

Böyle günlerde ağrımasın da ne yapsın başım? Böyle günlerde elimi, kolumu, bacağımı unuturum. Oradan oraya yürüyen bir baş olurum. Ağrıyan... Omuzlarımın üzerindeki baştan ibaret olurum. Ağrıyan...

Sabah Lodos, öğleden sonra Poyraz...

İstanbul’un rüzgarlarını ezbere bilirim ben. Bir de balıklarını. Bu mevsimin balığı ne sorun hadi, hemen söyleyeyim. Hamsi, İskorpit, Kefal...

Sabah Lodos, öğleden sonra Poyraz...

Böyle günlerde pek huysuz olurum ben, baştan söyleyeyim. ‘‘Canım’’ deseler, ‘‘Canın çıksın’’ anlarım. Havadan nem kaparım. Bazen de basbas bağırırım. Bağırdıkça şiddeti azalır sanki rüzgarın.

Sabah Lodos, öğleden sonra Poyraz...

Lodos, sinsidir biraz. Kandırır adamı. Gülümser önce kocaman, sonra nefesini çalar içinden. Senin ruhun duymaz. Soğuk gecelerde herkesten sıcacık nefesini çalar Lodos. Hiç utanmaz, arlanmaz. Vapurlar demir alamazlar, onun umurunda olmaz. O üfler, üfler, üfler... Sonra oturur ben ne yaptım diye bir de ağlar. Dedim ya sinsidir Lodos, ona hiç güven olmaz.

Poyraz'ın öfkesi saman alevi gibidir ama yamandır da hani. Bir hışım ağaçları soyar, gözünü budaktan sakınmaz. Eskimiş panjurları yerinden oynatır, antenleri söker atar çatılardan. Sonra bir de şemsiyelere düşmandır. Hakkını yememek lazım, çok merttir ama Poyraz. Sözüyle özü birdir. Adama hiç madik atmaz.

Sabah Lodos, öğleden sonra Poyraz...

Fon Müziği: Je ne veux pas travailler - Pink Martini

7 Aralık 2011

Çizgi


Gecenin kör saatinde bir kabustan uyanmışsam, yataktan çıkar çıkmaz önce aynaya bakıyorum. Ne bir bardak su içiyor, ne de yüzümü gözümü yıkıyorum. Önce doğru aynaya... Beni uyutmayanı arıyorum yüzümde, en çok da gözlerimde. Aksiyle konuşan bir yüzüm var. Şanslıyım bence. Önce gözlerime baktım. Baktım, baktım yine baktım. Sonra boynuma kaydı gözlerim. Bazı kadınların boynunda gördüğüm o enlemesine tek çizgiyi aradım. Aradım, aradım, bulamadım. O sakin, evcimen, kendi halinde çizgi benim boynumda yok. Etine dolgun boyunlardaki, o yumuşak, o enlemesine çizgi yok bende. Gecelerdir karabasanlarla tek başına savaşan ben, tek başına bir suçlu aramalı mı karar veremedim. Suçlanacak biri varsa, önce işe kendinden başlamalı ya hani insan. Başladım ama bitiremedim. Olmayan bir çizgiyi suçlamak hangi sorunu çözer ki bilemedim. Aynada boynuma baktım, baktım, baktım... O sıcak, yumuşak, evcimen, o enine tek çizgiyi aradım. Aradım, aradım ama bir türlü bulamadım...

Fon Müziği: Hunger Strike - Pearl Jam

1 Ekim 2011

01102011


'' Bir şey yap. Güzel olsun.. Çok mu zor ? O vakit güzel bir şey söyle. Dilin mi dönmüyor ? Öyleyse güzel bir şey gör veya güzel bir şey yaz. Beceremez misin ? O zaman güzel bir şeye başla. Ama hep güzel şeyler olsun. Çünkü: 'Her insan ölecek yaşta'...''

Şems-i Tebrizi

Fon Müziği: Everything Will Flow - Suede

19 Eylül 2011

Hafif



Ar.sf.
1. Tartıda ağırlığı az gelen, yeğni, ağır karşıtı. 2. Güç veya yorucu olmayan, kolay: Hafif bir iş. 3. Ağırbaşlı olmayan, ciddi olmayan, hoppa: Hafif bir kadın. 4. Miktarı az, sindirimi kolay (yiyecek): “Onlar da akşam yemeğini pek hafif yerlerdi.” -S. F. Abasıyanık. 5. Kalınlığı veya yoğunluğu az olan: “Dışarıda yanan lambanın aydınlığıyla burası hafif bir karanlık içindeydi.” -M. Ş. Esendal. 6. Etkisi az olan, sert karşıtı: Hafif bir içki. 7. Önemli olmayan: Hafif bir ceza. 8. Çok dik olmayan (sırt, yokuş): “Hafif bir meyilden indik.” -H. R. Gürpınar. 9. Gücü az olan, belli belirsiz: “Yaprakların hafif iniltisi içinde, çalılıklar arasından geçerek de-nizaltının demir attığı koya doğru yaklaşıyoruz.” -E. M. Karakurt. 10. Sıkıntısız, ferah, rahat: Kendimi bugün çok hafif hissediyorum.

Güncel Türkçe Sözlük


Fon Müziği: Lilac Wine - Jeff Buckley

12 Eylül 2011

Denizden...


Ben orada öylece durdum. Canım istemedi yola devam etmek. Gidebilirdim de, kalabilirdim de. Durdum. Kaldım. Devam etmemdi herhalde beklenen ama edemezdim. Devam etseydim bile bile can yakardım. Birinin canını yakardım, kendimden eksilmesem de, birinin eksilmesine sebep olurdum. Bir şeyin sebebi oluverirdim. Ben orada öylece durdum. Sessiz bir selam çaktım denize, içimdeki yola çıktım. Sonra vardım kendime. Neyim varsa söyleyecek söyledim. Kendime. Bilmediğim şeyler değildi elbette. Bile bile, ben, işte o hayatta, ancak bu kadar oldum.

Fon Müziği: Hiç Canım Yanmaz - Bülent Ortaçgil

10 Ağustos 2011

Sabah




Ar.
a. (saba:hı) 1. Sabah ezanı. 2. Sabah namazı: Sabahı kıldım. 3. zf. Sabahleyin: “Her sabah, şimdi limanda demirli duran bu gemide uyanacaklardı.” -Halikarnas Balıkçısı. 4. zf. Güneşin doğduğu andan öğleye kadar geçen zaman: Bütün ev işlerini sabah bitirdim.

Güncel Türkçe Sözlük

Fon Müziği: Don't Forget - Hindi Zahra

2 Ağustos 2011

Otitis Externa




tatil Ar. ta¤µ³l
a. (ta:til) 1. Kanun gereğince çalışmaya ara verileceği belirtilen süre, dinlenme: “Gel gelelim berberlere karşı haksızlığımız şu hafta tatili işinde bile kendini gösteriyor.” -N. Hikmet. 2. Okul, meclis, adliye vb. kuruluşların çalışmasını durdurduğu veya kapalı bulunduğu dönem: “Yakında dönmesi lazım. Sömestir tatili sona eriyor.” -A. Ümit. 3. Eğlenmek, dinlenmek amacıyla çalışmadan geçirilen süre: “Beni tatili geçirmek üzere evlerine davet ettiler.” -S. F. Abasıyanık.

Güncel Türkçe Sözlük


Fon Müziği: Summer Sun - Texas

12 Temmuz 2011

Teğet


‘‘... Buralarda Temmuz sıcak olur. Sıcakla derdim yok. Soğuğa dayanamam asıl ben. ‘‘Sıcak memleketlerden gelmişiz,’’ derdi dedem, ‘‘ Sıcak memleketlerde her şey daha gerçek olur.’’
Anlamazdım tabii o zamanlar ne dediğini. Daha doğrusu gerçeğin bu denli nadir bulunan bir şey olduğunu bilmezdim. Bacak kadar çocuk nereden bilsin!
Şimdi de pek bir şey anladığımı söyleyemem, hatta daha çok şeyi anlamıyorum artık. O kadar da değil, anlıyorum tabii canım bazı şeyleri. Yani, eh işte, biraz.
Ama kalabalık caddelerdeki insanları anlamıyorum mesela, TV’de haber sunan o kadını hiç anlamadım, gece gündüz çalışıp mortgage’la ev, hep daha büyük bir ev alanları anlamıyorum, artık sevmedikleri kadınlarla / adamlarla kalanları da. Sonra gidenlerin neden gittiğini anlamam da mümkün değil. Ama en çok gitmek isterim ben, hep. Anlamadığımı bildiğimden olsa gerek.
Seni anlamadım bugün mesela. Bence elimi tutabilirdin. Korkmana gerek yoktu. Elimi tutsaydın bırakmazdım. Soru filan da sormazdım. Güzel gülümsüyorsun çünkü. Senin için iyi, ben bildim.
Uzun zaman önce söz vermekten vazgeçtim. Sana da söz veremezdim ama tutardım elini, bir süre... Zaman izin verdiğince... Zamanı da anlamıyorum, bak! Kindar bence. Geçiyor ki biz bilelim kıymetini. Dedim ya pek bir şey anlamıyorum ben, şimdi sana yalan söylemeyeyim.
Ara sokakları anlıyorum sanki biraz. Senin hep geçtiğin bir ara sokak vardır elbette ama ben hiç öğrenemeyeceğim. Benim sokağım güzel, buyur gel, beklerim. Selamsız adım atamazsın. Herkes herkesin halinden anlar. Bu gece mesela köşedeki bakkaldaki çocuklar meyve suyu şişesinin içine cin doldurmuşlar, önlerinden geçerken beni içeri çağırdılar, elime bir plastik bardak tutuşturdular. ‘‘İçmeyeceğim’’ dedim, fena bozuldular. Baktım olmayacak, oturdum içtim. O küçük taburelerden birine oturdum, içtim. Bir de sigara yaktım. Bakkala giren şık giyimli kadın bana tuhaf tuhaf baktı. Ben de şıktım. Senin için bugün yeşil elbisemi giymiştim. Kedi maması ve sigara aldı kadın. Çocuklar onu davet etmediler. Bana kalırsa o da bir iki tek atsa iyi olurdu. Bana tuhaf tuhaf baktı. Baksın canım, ne var? Tuhaf bakışlara alışalı çok oldu. Ne bileyim tuhafım ben de herhalde biraz.
İşte bu yüzden elimi tutabilirdin bugün bence. Ben bir şey demezdim. O derdi herhalde. Ee tabii, onunsun neticede. Arabanın ruhsatı da onun üzerinedir. Evin tapusu? Belki... Gömleklerini o ütülüyordur herhalde. Yok, o işleri sizin için yapan biri vardır, değil mi? Ben ütü yapmayı sevmem. Aman, boş ver şimdi bunları. Ama sen bugün elimi aslında tutmak istedin, biliyorum. Onu anladım. O gün de yanımda dururken, hani ayakta durduğumuz gün, o adamla konuşurken sen, yanımda kalmak istedin. Orada gerçektik biz. Sen yanımda kalmak istedin. Yeterince değil ama istedin. Belki de beceremedin. Yok, kızmadım. Neden kızayım? Senin verilmiş sözlerin var, belki ödenecek taksitlerin. Neticede var her şeyin bir öncesi, bir sonrası. Sonrasında karşılaştık biz. Teğet geçtik birbirimize demek daha doğru. Dert etme, bana çok sık olur bu...’’

Fon Müziği: The Water - Hurts

28 Haziran 2011

28062011


Çok eğlenen insanlardan oldum olası korkarım. Hani bir eğlence mekânında en yüksek sesle gülenler, suratlarında kocaman gülümsemelerle dans edenler, oraya buraya, herkese selam verip duranlar var ya, onlardan. Bir de çok samimi ve ilgili insanlardan. Kısık gözleri ve kadife sesleriyle 'Nasılsın' diye soranlardan. Keyfim kaçıksa, daha genç yaşlardayken, 'Sana ne' diye cevap vermişliğim vardır bu insanlara. Yaş ilerledikçe daha bir humanist mi politik mi olunuyor karar veremedim. Artık yapmıyorum öyle şeyler.
Uzuncadır görüşmediğim biri aradı bugün, o kadar gerçekti ki 'Nasılsın'ı, anlattım her şeyi. Bir yerlerden duymuş. O da bana anlattı. İyi günlerde görüşmeye söz verdik. İkimizin de iyi günden ne anladığımız şu sıralar o kadar belli ki.
Tek çocuk olmak maharet ister. Adama çok şey öğretir. İlk öğrendiğin de kendini eylemektir. Ustasıyım. Zaman zaman dirençten kaybetsem de, onca yıldır öğrendiklerim neticesinde biliyorum ki bu işin başka yolu yok.
Yapmam gerekenlerin hiçbirini yapmadığım için hâlâ suçluluk duyuyor olmam neyin nesi, bir tek onu anlamadım. Hiçbir şey yapmamak oysa ki şu sıralar en çok benim hakkım değil mi?

Fon Müziği: Moonlight Sonata - Marcus Miller

27 Nisan 2011

Bugün



a. 1. İçinde bulunulan gün: “Yarın bugünden o kadar da farklı olmayacak.” -E. Şafak. 2. İçinde bulunulan çağ, zaman: “Masalların yıllarca uzakları gösteren büyülü aynasına bugünün çocukları dudak bükerler.” -N. Hikmet. 3. zf. İçinde bulunulan gün içinde: “Dün hastanedeydik, bugün işimizin başındayız.” -A. Ümit.

Güncel Türkçe Sözlük

Fon Müziği: I Want You - Elvis Costello

23 Nisan 2011

22042011




Görgüsüz ihtişamları ile ğöğü delmeye yeltenen binaların arasında, küçücük kendi halinde bir bina. En azından dışarıdan öyle gözüküyor. Kendi halinde, sessiz sakin.
Dersten çıktıktan sonra, öğle yemeği yerken üzerimize vuran ve bizi neşelendiren güneş kaybolmuş.
En sertinden bir poyraz esiyordu. Üşüdüm. Çok. İçmemem gereken sigaraların birini söndürüp diğerini yakarken titredim soğuktan. ‘Paltomu giymeliydim’ diye kızdım kendime. Bilemezdim ki. Nereden gelirdi ki aklıma. Isınmak için biraz yürümeye karar verdim. Amaçsızca şehrin en kalabalık caddesinde adımlarımı takip etti ayaklarım. Neden bilmiyorum ama sola döndüm. İki katlı belediye otobüsleri dizilmişti. Otobüsün en arkasında oturan adam, benim babam. Hemen gördü beni, hızlı adımlarla otobüsün önüne doğru yürümeye başladı. Babamla biraz ısınmak için kendimi otobüse attım. Bundan bir kaç yıl öncesine kadar aklıma gelmezdi. Huzur aradığımda babamı görmek, varlığına sevinmek düşündüğüm şeyler olmamıştı hiç. Babamdı işte hepsi o. Epeydir babam bundan çok fazlası.
‘‘Hayırdır,’’ dedi babam. ‘‘Çok üşüdüm’’ dedim. ‘‘Ne yapıyorsun’’ diye sorunca anlattım her şeyi. ‘‘Yapma ya’’ dedi. Her çok üzüldüğünde söylediği. ‘‘Çok genç daha’’ dedi. Keşke genç olmak kolaylaştırsaydı her şeyi. Evet ama çok genç daha. Yeni baba, eski oğul. Babasını uğurlarken kendini unutan oğul. O çok genç daha.
‘‘Birazdan hareket edeceğiz’’ dedi şoför. Anlattıklarımı duymuştu. İndim otobüsten. Babam el salladı. Sarılsaydım babama keşke diye düşündüm. Sonra içtiğim sigaralar geldi aklıma, sarılsaydım anlardı. Bir gün önce kısacık kestirdiğim saçlarımın arasında gezdirdim ellerimi. Saçlarım bu kadar kısa olmasa bu kadar üşümezdim belki. En çok boynum üşüdü. Köşedeki markete girdim bu sefer. Üşürken neden zaman bir türlü geçmez ki? Telefonum elimde, çalsın diye bekledim. Arayamıyordum ki ben. Arasam da açamazdı ki telefonu. O binanın içinde o hariç hepimizin bildiği bir senaryo uyarlanıyordu hayata. Çok uzun sürdü ama. ‘Direndi mi acaba’ diye geçti aklımdan. Aklımdan geçenleri durdurmak istiyordum. Geldikleri yere gitsinler aklımdan geçenler! ‘Ya direndiyse, ya zorlamaları gerektiyse, ya A tüm bunları gördüyse?’
‘‘Ne aramıştınız’’ dedi 20’li yaşlarında bir kız. ‘‘Bakıyorum,’’ dedim, ‘‘Bakıyorum sadece.’’ Sadece bakıyordum gerçekten de. Bir film izler gibi, bir hayatı izliyordum son beş gündür. İzliyordum sadece. Hiçbir şey gelmiyordu elimden. Kızdan utandım. 6’lı bir su bardağı seti ilişti gözüme. 7 TL. Bardakları alıp kasaya doğru yürüdüm. Kasiyer kız ne kadar neşeliydi öyle. Yan kasadaki çocukla flört ediyordu. Kocaman gülümseyerek, ‘‘Promosyonumuz var,’’ dedi, ‘‘Bu bardakları alanlara bu kâse hediye.’’ ‘‘Olur’’ dedim. Zorladım kendimi ama gülümseyemedim. Özenle poşetlere koydu kız bardakları ve kâseyi. Teşekkür edip çıktım marketten. Bu hava neden hâlâ kararmamıştı? Rüzgar hâlâ hoyrattı. Telefonum çaldı. Arayan A’ydı. Ağlıyordu. ‘‘Neredesin?’’ dedi. ‘‘Dışarıdayım’’ deyince, ‘‘Ben çıkıyorum şimdi’’ dedi. Çıkmadı ama bir türlü. Bekledim. Üşüdüm. Bekledim. Gözümü kapıdan ayırmadan bekledim. Uzun boylu, ince hoş bir adam çıktı kapıdan. Son derece şık. ‘Bu oydu herhalde’ dedim içimden. Öyle bir edası vardı. Bozuk şeyleri düzelten, tamir eden adamlar gibi yürüyordu. Hızlı adımlarla çıktı bahçeden. Hızla uzaklaştı. Hayata karıştı. Ben durdum. Bekledim. Üşüdüm. Hava nazlı nazlı kararıyordu. Takvimlere inat bir rüzgar esiyordu. Gözüm otoparktaki tanıdık arabaya takıldı. Yamuk yumuk park etmiş arabaların arasında seçiliyordu. Bu arabayı park edenin o olduğunu biliyordum. O hep böyle yapardı. En düzgün olanı yapardı. O hep en düzgün olanı yapardı. Uykusuz gecelerin sabahında hepimiz perişan gözükürken o hep pırıl pırıldı. Neşesi hep yerindeydi. O hep en düzgün olanı yapardı. Yapmaya çalışırdı. Sanki hiç defosu yoktu.
Binanın kapısında beliriverince A, ne yapacağımı şaşırdım. ‘‘Bıraktım, 10 gün burada kalacak. İyi olanı yaptım değil mi?’’ diye sorunca boşalıverdi yaşlar gözlerimden. Onların da dayanacak gücü kalmamıştı. ‘‘Evet,’ dedim, ‘‘En doğrusunu yaptın. Her şey geçecek.’’ Kelimelere muhtaçtım. Bir tek onlar inandırabilirdi beni söylediklerime. İnanmalıydım kendime.
Dergiler aldı, kitaplar, kağıt aldı. Kalemler aldı. Sigara, çikolata aldı A. Bir liste vardı elinde. O okuyordu ben söylediklerini market arabasına dolduruyordum. Bir Cuma akşamıydı. İnsanlar Cuma akşamlarını satın alıyordu. Biz ise listede ne yazıyorsa onu. Hepsini tek tek aldık. Bıraktık ona. Şehrin ortasındaki bu inanılmaz güzellikteki bahçede durdum. A’nın ondan gelecek notu beklemesini bekledim. Üşüdüm. Bekledim. Komik şeyler yazıp göndermişti. ‘‘Elbirliği ile beni buraya da getirdiniz ya, çıkınca çok güleceğiz.’’ yazmıştı. Güleceğiz değil mi? Bu olan bitene güleceğiz. Anımız mı olacak bu şimdi bizim? Anılarımdan sıkıldım. Anılarımın herkesinkine benzemesi için çok mu geç kaldım?

Fon Müziği:
The Man Who Sold the World - Nirvana

16 Nisan 2011

16042011


Hani demiş ya şair, ben kurdum, ben büyüttüm ama sevemedim bu şehri diye, onun gibi bir şey. Uzuncadır düşündüğüm. Bunu da ben yaptım kendime, ben izin verdim, ben büyüttüm ve işte ben de onu sevemedim. Pek şairane!
Vesile oldu ama sağolsun. Bu sefer başka türlü sevdim. Sessiz, sakin, en kolayından bir benzetme ile, yağmurlu bir Pazar sabahı gibi işte. Ya da nasıl desem? Bu sefer demesem de olur. Hatta ben demesem, hiçbir şey demesem.
Suçluluk duyduğumu söyleyemeyeceğim. Hiç duymadım ki, nasıl olduğunu bileyim. Bildiğim canını yakmadım ben kimsenin, eğriye doğru demedim, mesela hiç – mış gibi de yapmadım. Eyvallahım yoktur, tamam, doğru. Belki bir tek suçum budur benim. O da malum suçtan ne anladığına bağlı.
Şunun şurasında kaldı kısacık bir zaman. Çıkıp gidecek benden, başkalarının kiri. Öyle derken buldum ben kendimi. Kendi kendime...İçim rahat, kendim gayet de kendimde...

Fon Müziği: Olanla Olunmaz - Büyük Ev Ablukada

25 Mart 2011

Ameliyat


Ar.
ç. a. (ameliya:tı) 1. tıp Hasta üzerinde tedavi amacıyla uygulanan kesme ve dikme işlemi, cerrahi müdahale, operasyon. 2. esk. İşler, faaliyetler: “Enkazın kalkması üç dört günlük ameliyata muhtaç.” -H. R. Gürpınar.

Güncel Türkçe Sözlük

Fon Müziği: İstanbul - Ete Kurttekin

16 Ocak 2011

Yavaş Yavaş






zf. 1. Yavaş bir biçimde, ağır ağır, adım adım, aheste aheste, aheste beste, sepil sepil: “Yaptıkları işin akışından, gözleri yavaş yavaş ışıklarını buluyor, ruhlarının başıboş heyecanı duruluyor, çerçeveleniyor.” -N. Hikmet. 2. Azar azar. 3. Gitgide: “Ama bu yeni şiir, yavaş yavaş yayılıp birçok kimse tarafından da tutulunca iş değişti.” -O. V. Kanık.

Güncel Türkçe Sözlük





Fon Müziği:
Dibine Kadar - Duman

10 Ocak 2011

Apartman




‘‘Bu kavga bitmez ama ömürler bitiyor!’’ diye bağıranın kendim olduğuna inanmakta güçlük çektiğimden yüzümü göstermedim, gösteremedim. Televizyonun mavi ışığında kağıt okumaya devam ettim. Onlar da kavga etmeye devam ettiler. Yarın gece kuvvetle muhtemel yine edecekler.
‘‘Ama sen bana yalan söyledin!’’ deyip duruyor kadın. Adamın sesini duymuyorum. Hep kadın bağırıyor. Adam ya hakikaten suçlu ya da kadının yorulmasını bekliyor. Adamın umurunda da olmayabilir tüm bu olan biten. O çoktan başka bir hayat yaşıyor bile olabilir.
‘‘Bu er kişilerde sık rastlanan bir durum,’’ desem mi kapıyı çalıp diye geçmedi değil aklımdan. ‘‘Yorma kendini, söylemişse yalanı ve sen bundan tiksindiysen basıp gidebilirsin.Ya da çalarsın sepet havasını. Pazar sabahları kendi simidini fırından kendin alırsın hepi topu. Ama inan şu yaptığının hiçbir faydası yok.’’ demek istedim, tabii diyemedim.
Mahremleri neticede. Müdahale etmemeliyim!
‘‘Gitmek isteyen ama beceremeyen adamlar yalan söyler.’’ de demek istedim. Onu da söyleyemedim. Her söyleyemediğimi yazdığım gibi, bunu da yazdım gitti. Kadının yazdığımı okumayacağı kesin.
‘‘Yalan söylemiş işte ne var?!? Söylemiş, yalan... Zaten büyük olasılık salon koltuk takımını alırken de yalan söylemiştir. Bu daireyi kiralarken de. Başka türlüsü elinden gelmiyor olabilir. Ki bence kesin öyledir.’’ de demedim.
‘‘Adam yalan söylemişse gitmek istiyordur. Bırak gitsin de.’’ diyemedim. Sadece ‘'Bu kavga bitmez.'’ diyebildim.
Sonra adam ‘‘Yaşa be!’’ dedi. Galiba. Öyle bir şey duydum sanki. Bana demiştir, değil mi? Ama emin de değilim hani.
Sabah yine karşılaşacağız evden çıkarken. ‘'Günaydın’' diyeceğiz birbirimize. Bu sefer ben adamın yalan söylediğini biliyor olacağım. Onun ‘'günaydın’'ı da, benimkisi de başka tınlayacak.
Yarın akşam apartman toplantısına gelmezlerse, herkes onların ne çok kavga ettiğinden, adamın kadını aldattığından bahsedecek. Emin olacaklar adamın kadını aldattığından. Tek tereddütü olan kadın olacak. Yazın eve gelip giden esmer kadından şüphelenecekler. ‘‘Bir daha kavga ederlerse, polis çağıralım.’’ diyecek Madam A. H Hanım, ‘‘Yazık, daha gençler.’’ diyecek. Z Bey, ‘‘Ama olmaz ki, çocuklara kötü örnek oluyorlar.’’ diyecek patlayıp duran kanalizasyon borularından bahsettikten hemen sonra. S gülecek, ‘‘Apartmanda çocuk olarak bir tek benim köpekler var.’’ diyecek. Dakikalarca köpeklerinden bahsedecek. B Bey köpeklerin havlamasından şikayet edecek. ''Bu kadar da olmaz ki!'' diyecek takma dişlerini sıkarak. Ben susacağım.
Bir tek kadın bilmeyecek, herkes bilecek. Bunun kavgası hiç edilmeyecek. Kadın adama, ‘‘Herkes biliyordu bir tek ben bilmiyordum.’’ demeyecek. Benim kapımı çalıp ‘‘Sen de biliyormuşssun, neden söylemedin?’’ de demeyecek. Kadın bana hiçbir şey demeyecek. Apartman aidatlarına zam yapılacak, dış cephenin ne renk olacağına karar verilecek. Ben aidatımı ödeyip evime döneceğim.
Herkes bilecek, bir tek kadın bilmeyecek...

Fon Müziği: Neighbourhood - Space

7 Ocak 2011

Aritmetik


Soldan say!
3,5,7...
İki kere sen
Bir ben eder mi?
Topla,
Çıkar,
Böl.
Yok, yok,
Ben değilim,
Bu denklemin bilinmeyeni.
Çarpanlarıma hiç,
Ayırmadım ki ben,
Kendimi.
Eşittir dedim,
Yazdım adını.
Karekökün bile,
Tam bir sayı etmedi.

Fon Müziği: Imik Si Mik - Hindi Zahra

2 Ocak 2011

Yeni Yıl???


Ve olaylar filan gelişmedi. 2010’u 2011’e bağlayan gece, 38.6 ateşle ben yataktaydım. Başım çok ağrıdığından televizyonun karşısındaki koltuğa bile tahammülüm yoktu. Dansöz çıktıysa haberim olmadı.
‘Yeni yıla nasıl girersen öyle geçer’ diye benim adıma çok korkan herkes tarafından 12’ye 10 kala yataktan sürüklenerek çıkarıldım. 12’i 6 geçiyordu saate en son baktığımda. ‘Tamam hadi girmişiz yeni yıla’ dediğimi hatırlıyorum bir de. Gerisi flu.
Bir önceki geceyi de hatırlıyorum. Elinde şarap ve peynirlerle çat kapı gelmişti N. Derhal çilingir soframızı kurup, bir güzel meylenmiştik. Aynı günün sabahı Pangaltı’ya gitmiştim babamı görmeye. Dönüşte Tadal’a uğramıştım. Yılbaşı gecesi için mezeler almıştım. Sonra metroda G ile karşılaşmıştık. Doğduğum günden beri tanıdığım, on küsur sene önce İtalya’ya giden ve o günden beri hiç görmediğim G ile. Çocukluğumuzdaki gibi tasasız ve neşeli olacak 2011 diye kanaat getirmiştik.
Ateş neşeye sebep olmuyor! Lakin boğaz ağrısı tasaya birebir.
Sonra A ile şahane bir yemek yemiştik hatırladığım. Hediyelerimizi vermiştik birbirimize.
Sonrası yok. Sonrası 36 saat kadar eksik.
Bugun 2 Ocak. Hatta 3 Ocak’a şunun şurasında ne kaldı?! Ben yataktan az önce çıktım. Salonda küçücük çam ağacı duruyor. Sehpada kendime aldığım hediye, paketi açılmamış. Hemen yanında bizim evin yılbaşı klasiği; bir kutu vişne likörlü çikolata. Buzdolabında bir kaç meze. Acaba diyorum, acaba bu akşam mı girsem 2011’e? Ya da girmesem mi? Hintliler bahara doğru, Çinliler Ocak sonu, Şubat başı gibi girecekler yeni yıla. Ben de beklesem mi?
Ee tabii herkesin takvimi kendine...

Fon Müziği: Ben Mesafeyim - Saltuk