10 Ekim 2009

İnsan Ama Büyük Harfle ...


Üniversiteye girmek için iki sınava girilen zamanlardı. Özal’ın hemen peşi sıra. İlk sınavda derece yapmıştım, annemin deyimiyle yanlışlıkla. İkinci sınava bir – iki ay kala evde ortam çok gergindi. Aklımda bir sürü, bir sürü fikir vardı. İç mimar olmak istiyordum ya da Sinema okumak. Edebiyat da olabilirdi, Sosyoloji de. Karar vermek zordu. Her gün biri bir şey diyordu. Avukat olan amcam, Hukuk okumam gerektiğini, Tünel’deki yazıhanesini bana devredeceğini, işimin hazır olduğunu söylüyordu. L.A Law diye bir dizi vardı o sırada televizyonlarda. Hukuk okumak da fena olmayabilirdi. İşletme profesörü olan babamın ne istediği belliydi ama açık açık söylemiyordu.
Babamla ilk büyük kavgamız İç Mimari ve Sinema tercihlerim yüzünden çıktı. Birbirimize girmiştik. ‘Bu ülkede...’ diye başlayan bir sürü cümle duydum ondan o sıralar, şimdi hatırlamadığım. Sosyoloji kararımda ise babam kelimenin tam anlamıyla delirmişti. ‘Tamam malzeme bol bu ülkede de – yine bu ülkede – ne iş yapacaksın? Kim ciddiye alıyor o araştırmaları?’
Sonunda ona upuzun bir mektup yazarak hayatıma karışmasını istemediğimi anlatmıştım. Tuhaf bir şekilde etkili olmuştu. Babam o günden sonra fikir beyan etmekten vazgeçmişti. Ressam olmak isterken kendini bankacı olarak bulan annem, ‘Canın ne istiyorsa onu okursun’ diyordu. Rahatlamıştım. Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünü kazandım. İyi bir üniversitede dört şahane yıl geçirdim. Ben eğer olduysam orada oldum.
‘İyi ki de edebiyat okumuşum’ derim demesine de bazen tuhaf geliyorum kendime. Öğrencilerimin yüzünde de görüyorum. ‘Bu kadının derdi ne acaba, neden bu yolu seçti’ diye bakıyorlar arada. Hatta bazen yekten soranlar bile oluyor. ‘Tek kariyer planım mutlu olmak’ diyorum o zaman onlara gülerek. Onlar da gülüyorlar benimle.
Aynı üniversitede ben Edebiyat okurken Sosyoloji okuyan yaşıtım biri, gazetede yazdığına göre bir iki gün önce arabasını Boğaz Köprüsü'nde bırakıp, ortadan kaybolmuştu. İntihar ettiğinden şüpheleniliyordu. Haberi okuyunca irkildim. Ankara’nın doğusunda çok kadın intihar ediyordu hep ‘bu ülkede’ ama bu başkaydı. ‘Çok acı var’ yazıyordu arabasında bulunan notta, ‘Çok acı var’... Namus cinayetleri üzerine kitaplar yazan bir kadındı bu notu yazan. ‘Çok acı var’... Sosyoloji okumuştu. Okumuştu. Bir üniversitede çalışıyordu. Öğrencileri vardı. Çok acı vardı...
Kelimelerin etimolojik kökenleri, sesleri, heceleri, türleri, cümleler, diskur diye oturup saatlerce kafayı yorduğumda ya da öğrencilerimin yazdıklarını okurken, bazen aslında kaçtığımı düşünüyorum. Kelimelerin arasında, kelimeye dökülmeyen ve dökülemeyenlerden kaçtığımı, bir fildişi kuleye saklandığımı. ‘Çok acı var mı dışarıda’ diye sormuyorum bildiğim hiçbir dilde. Zira cevabı biliyorum. Sonra aklıma o öğrencim geliyor, Mardinli öğrencim. Kırık dökük İngilizcesi ile ‘I wants be HUMAN’ yazmıştı kağıdına bir keresinde. ‘Human’ yani insan ama büyük harfle...

Fon Müziği:
No Habra Nadie En El Mundo - Concha Buika

Hiç yorum yok: