6 Mayıs 2010

06051972


"Cezaevinden yangından mal kaçırırcasına, kaptılar bizi. Postallarımın bağını bağlamaya bile zaman bulamadım. Bari şimdi bağlasınlar. Asıldığımda, postallarım ayağımdan düşsün istemiyorum…’’
Deniz Gezmiş 06 / 05 / 1972, Ankara

Ki bir tek o var aslında... Biliyorum... Başkalarının da var elbet. Öyle bir yaşamalısın ki, kimsenin onuruna halel gelmemeli.... Böyle öğrendim. Annem – babam bana en çok bunu öğretti. ‘‘Kimseyi ayırmadan, kimsenin hakkını yemeden yaşayacaksın’’ dediler hep. ‘‘Sen ne olursan ol, önce onurlu olacaksın...’’

Ölümle tehdit edilen babamın gözünde mahcup yaşlarla, ‘‘Ne olursa olsun sen doğru bildiğinden şaşma’’ derkenki yüzü hâlâ gözümün önünde. 15 yaşındaydım. ‘‘Sana bırakacak başka bir mirasım yok, onurdan başka. Ben sana onurlu olmayı öğrettim ama kızım!’’ demişti.
O gün rakının sarhoşluğu, hayalkırıklığının yorgunluğu ile salondaki koltukta uyuyakalmıştı. Annem yatağa gitmesi için ısrar ettiğinde, reddetmişti. Olur da gelirlerse, salonda olduğu için başka kimseye zarar vermeden, sadece onu hedef alıp gitsinler diye televizyonun karşısındaki koltukta uyumakta kararlıydı.
Annem o gece ve ondan sonraki pek çok gece uyumadı. Evli oldukları yıllar boyunca, nefes alıp almadığını kontrol etmek için geceleri uyanıp uyanıp babama baktığını söyler hâlâ.

Bazı geceler ben de uyuyamıyorum. Kimsenin kafasına silah dayandığından değil. Kendi aklıma dayananlardan dolayı.
İdama giden gencecik bir adam, ayakkabılarından utanıp ‘‘Daha iyi bir çift ayakkabım vardı ama ayağıma geçirmeme izin vermediler’’ neden der? O ayakkabıların fotoğrafını gören biri neden gözyaşlarına boğulur? O an zaman gerisi berisi yokmuş gibi nasıl durur?
Çok değil bir kaç sene önce, kaldırımda boylu boyunca yatan güzelim adamın ayakkabısının altındaki delik neden hiç çıkmaz hafızalardan? Nedir o delikte insanı onca acıtan?
O teneffüs nasıl olmuştu da ben, ‘‘Sen neden hiç dışarı çıkmıyorsun’’ demiştim o çocuğa? Nasıl bir densizlikti benimki? Baharın şehvetine kapılıp hiç düşünmeden ...
Dışarı çıkmıyordu çünkü ayakkabısı yoktu. Eğer dışarı çıkarsa, herkes görecekti ayakkabısı olmadığını. Utanacaktı. Utanması gereken ayağında ayakkabısı olanlarken...
Her sabah okulun kapıları açılır açılmaz içeri girer, en arka sıradaki yerini alır, herkes okuldan gidene kadar da yerinden kıpırdamazdı.
'‘Hocam,’' demişti usulca içlerinden biri o gün, ''Onun ayakkabısı yok. Bence bir daha onu dışarı çağırmayın.''

O kadar çok ayakkabım var ki benim, kendimden layığıyla utanabilirim...

Fon Müziği: Mahur Beste - Ahmet Kaya

1 yorum:

Adsız dedi ki...

YÜREĞİMİ DAĞLADIN