15 Haziran 2008

Uzakta...



Bilseydim gitmezdim. Gitmeseydim, dönmezdim. İşlerden bahsedildi, eşlerden, gidilen yerlerden, gidilemeyenlerden. Çok şeyden bahsedildi. Her şeyden.
Huzursuzluğumu, hoşnutsuzluğumu gizleme gereği duymayanlardanım. Gizlemedim yine. Ama sustum. Akşam yemeği boyunca, her lokmayla söyleyeceklerimi de yuttum. Söylesem ne fark ederdi ki. Olan olmuştu. Uzun masada geçmişi karşıma oturtmuşlar, sonra da ‘karides ister misin’ diye sormuşlardı. İyi insan olmaya çalışan sıradan insanlardan daha fena bir şey var mı? İyi insan olma ehliyet kursu olsa, ilk kayıt yaptıracak olan insanlardı işte bunlar. Üst baş düzgün, pijamalar, gecelikler ütülü. Ayaklarının dibinde sıkıntıdan boğulacakmış gibi hırlayan köpekleri, o kadar toprakla uğraşıyor olsalar da hiç bozulmayan manikürleri, kocaman bahçenin aynı yönde kesilmiş çimleri...

İyice karanlık oldu. Kapkaranlık oldu. Hadi ışınla beni Scotty! Hadi evime gideyim ben Scotty! Dağınık mutfak masamda oturup sigara içeyim. Sevdiğim müzikleri ya da kendimi dinleyeyim.

Çok geç. Eve dönmek için sabahı beklemeli.

Yatak yorgan paylaşımına geldi sonunda sıra. Hayatımda gördüğüm en çirkin gelinliğin de ikamet ettiği çatı katını seçtim. Kuru temizlemeden alındığı gibi kendini burada bulmuş belli. Zavallı bir hali var. Tanık olduğu ‘mutluluğa’ aslında hiç inanmamış gibi.

Odanın kapısı çaldı sonra. Gelinlik açmayınca kapıyı, ben açmak zorunda kaldım tabii. Bir iki saattir ortada olmayan geldi. Elinde bir diş fırçası, ambalajında.
‘Hani unutmuştun ya. Gittim, aldım sana.’
Aldım diş fırçasını ama dişlerimi fırçalamadım. Hatta fırçayı ambalajından bile çıkarmadım. Sabah masanın üzerine bıraktım, koca evden koşarak çıktım.
Diş fırçasına ihanet edenlerden olmayacaktım...

Hiç yorum yok: