
Kütüphanede:
- Hocam, size kitap veremeyiz.
- Neden? Geçen ay almıştım.
- 1994 Mayıs’ında aldığınız bir kitabı hâlâ getirmemişsiniz.
- Şaka mı bu?
- İsterseniz müdürümüzle görüşün. Gerçi izinli ama yardımcısı burada.
- Merhaba! 1994’te aldığım kitabı* iade etmiştim ben. Cezasını da ödemiştim.
- Makbuzu görebilir miyim? (Kafasını kaldırmadan)
- Ee mümkün değil. Uzun zaman oldu malum.
- Aa, saçlarına ne oldu? (Kafasını kaldırıp)
- Ne olmuş?
- Ee upuzundu senin saçların. Beline kadar, kıvır kıvır.
- Haa kestirdim. Uzun zamandır böyle ama zaten.
- Uzat uzat. Çok güzeldi.
- Sağolun da kitap?
- Tamam alabilirsin kitabını. Sen hakikaten hoca mı oldun şimdi burada?!?
*Journal, Katherine Mansfield
Okulun Bahçesinde:
- Ee, Ş, bu köpek maması ama bu kedi.
- Olsun hocam, bu kedi kör.
Kantinde:
- Good Morning!
- Good Morning! I am late to Philosophy! Will go back soon and vote for Obama!
- All right, then.
Koridorda:
- Hocam siz evli misiniz? Yani are you married?
- Hayır.
- Aaa, neden? Why? Aaaaa, evlenin... Pardon, hocam ya. Ben ne diyorum böyle?
Koordinatörün Odasında:
- Zizania, seni rep yapalim diyebilir miyim, akademik kurula sen
gireceksin desem.
- Yok diyemezsin ve deme.
Sınıfta:
- Hocaammmm, biraz İspanyolca konuşsanıza. Müzik gibi gelir, uykumuz açılır.
Manavda:
- Bu biberler acı mı?
- Yani abla, şimdi ne desem ki?... Acıdan ne anladığına bağlı…
Bakkalda:
- Hamdi ağbi, n’aber?
- İyidir. Kapitalizm nasıl çöktü ama...
Evde:
- Sen depresyonda mısın?
- Yoook, evdeyim.
1 yorum:
Yorum Gönder