10 Eylül 2008

Süt



Galiz galiz laflar edecekti, sol gözünün seğirmesinden belli. Ama sustu. Beyaz masa örtüsünü çektiğim gibi sıyırmıştım masanın üzerinden. Ne var ne yoksa hepsi yere saçılmıştı. Düşenlerin gürültüsü mü, yoksa geldiğimden beri susup da kendime sakladıklarımı söylemem mi susturdu onu bilmiyorum.
Kedilerin en arsızı Duman, teyzemin ayaklarının dibinde, mutfak kapısının önünde kalakaldı. Oysa yerde onun için sultan sofrası vardı. Herkes sustu. Cırcır böcekleri bile. Annem oracıkta, öyle başı küçücük ellerinin arasında sanki donmuştu. Nasıl laflar etmiştim ben öyle? Hem de evime gelen misafire…
Elimi bahçe kapısına attım, inat etti. Bir türlü açılmıyordu. Çıkmalıydım ama ben bu evden, bu bahçeden, bu çemberden. Kapının üzerinden hışımla atladım. Çıngırağı başladı ötmeye. Sanki her zamankinden daha bir toktu sesi. Daha - ne bileyim - kararlı.
Çıngırağın sesi kulaklarımda, caddeye vardım. Sahile inmek için karşıya geçeyim derken, ne olduğunu anlamadan kendimi yerde buldum. Hatırladığım tek şey etrafa saçılan koyu kıvamlı o beyaz sıvı.
Kanıyor muydum? 'Peki ben neden beyaz beyaz kanıyorum?’ diye düşünürken, komşunun denizden dönen oğlu belirdi başucumda. Suratı yerdeki sıvıdan da beyazdı.
- Bir yerin acıyor mu? Hareket edebiliyor musun?
- Yok yok. Ben iyiyim.
Sarı saçlı, çilli Reyhan, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu: ‘Abla, ablam bir yerine bir şey oldu mu? Ben de size geliyordum. Güllaç çekmiş ya canın. Yenge aradıydı…’
Süt… Süttü bu! Beyaz beyaz kanamamıştım. Bize gitmek için yola çıkan sütçünün kızı Reyhan çarpmıştı bana, motoruyla. Ya da ben Reyhan’a.
Güç bela ayağa kalktım. Bir kolumda Reyhan, bir kolumda komşunun oğlu eve doğru yollandık. Bahçe kapısı bu sefer uysaldı, hemen buyur etti bizi içeri. Bir bardak soğuk su bana, bir bardak Reyhan’a. Her şey unutulmuştu işte. Az kalsın neler olacaktı? Neler neler olacaktı? Artık bundan sadece bir kaç dakika önce konuşulanların bir kıymeti harbiyesi kalmamıştı. Ne de olsa daha çok büyümemişti, mutlaka küçülürdü... Hem belki de haber vermemem daha iyi olmuştu. Teyzemin mesela tansiyonu vardı.
Kendimi çektim aldım aralarından. Ne konuşmak istiyordu canım, ne de duymak. Banyoya girdim hemen. Küvetin musluklarını açtım, içine girdim, oturdum. Çamaşır makinesine ilişti gözüm. Beyaz masa örtüsü çoktan köpüre köpüre dönmeye başlamıştı makinenin içinde. Yıkanıp paklanıp daha da bir beyaz olacaktı. Bu akşam üzerine yapışan en inatçı lekeler bile yarın sabaha unutulacaktı.

Hiç yorum yok: